.

Geçmişi anlamak ve açıklamak, insanoğlunun kadîm ve sonu gelmez arayışıdır. Böyle bir arayış içinde olmadan, içinde yaşadığımız anı hakkıyla idrak edip temellendiremeyeceğimiz gibi, müstakbel istikametimizi tayin de edemeyiz. Tarih, önemini geçmişe duyduğumuz özlemden değil, meselelerimizi doğru tanımlayarak onlara makul cevaplar vermemizi mümkün kılmasından almaktadır. Tarih, birikimdir. Bu birikim hem meselelerimizin, hem gücümüzün sınırlarını gösterir. Evrensel tarihin inşâsına aktif biçimde katılmış milletlerin/devletlerin meseleleri de, güçleri gibi devasa olagelmiştir. Devlet-i Âli Osman, bu aktif millet/devletlerin boyu en yüksek, gölgesi en serin olanlarından biridir. Afro-Avrasya tarihinin miladî 15-17. asırlarını 'Osmanlı Çağı' diye adlandırmak abartı olmayacaktır. Kadîm medeniyetler, güçleri ölçüsünde çağlara damgalarını vurmuşlardır. Osmanlılar da medeniyetlerini Asya, Avrupa ve Afrika'yı birbirine bağlayan bir alanda kurmuş ve geliştirmişlerdir. İstanbul Osmanlılar'ın başkentiydi. Aynı İstanbul Doğu Roma'nın başkenti ve Ortodoksluğun da merkeziydi. Kadîm uygarlıkların beşiği sayılan Yunanistan, Mısır ve Mezopotamya Osmanlı'nın sınırları içinde yer almaktaydılar. İslam medeniyetinin temsil kabiliyeti yüksek dört büyük şehri olan Mekke, Medine, Şam ve Bağdat da Osmanlı'nın birer eyaleti durumundaydılar. Onaltıncı yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı öncesinde bölgenin üç büyük gücü olan Araplar, İranlılar ve Bizanslılar'ın hakimiyetleri bitmiş, böylelikle Osmanlılar kuşattıkları coğrafya itibariyle ve hakimiyet süresi bakımından seleflerinden daha geniş ve daha uzun ömürlü bir imparatorluk kurmuş oluyorlardı. Osmanlı tarihinin hikayesi çok karışık ve karmaşık bir hikayedir. Zira olayların yegane aktörü Osmanlı hanedanı ya da Türkler değildir.  Rumlar, Ermeniler, Araplar, Yahudiler, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Romenler, Macarlar ve daha bir çok millet bu uzun hikayenin kahramanı olmuşlardır. Bu tarih aynı zamanda başta müslümanlar, hristiyanlar ve yahudiler olmak üzere belli başlı dini grupların da tarihidir. Ayrıca Osmanlı tarihi bu çokuluslu ve çokkültürlü imparatorluğun siyasî, iktisadî, idarî, sosyal ve kültürel kurumlarının da bir tarihidir. Hülasa bugün bu tarih, içinde otuz küsür devlet ve bundan daha fazla milletin yeraldığı bir tarihtir. Birbirinden farklı medeniyet ve kültüre mensup toplumların bir arada ve barış içinde yaşamasını sağlayan Osmanlı sistemi kendine mahsus, özgün bir medeniyet olarak karşımızda durmaktadır. Bu medeniyetin sacayağını, birisi Türklerin Orta-Asyadan beri sürdürdükleri gelenekler, ikincisi çerçevesine sekizinci yüzyıldan beri dahil oldukları islamın ilkeleri ve nihayet üçüncüsü de başta Bizans olmak üzere Anadolu toprakları üzerinde ortaya çıkan birikim oluşturmaktadır. Osmanlı hakimiyetindeki bu birlikte yaşama tecrübesi her zaman insanlığın yoluna ışık tutacak örneklerle doludur. Son zamanlarda Balkanlar, Orta-Doğu ve Kafkaslar'da yaşananlar bu iksire ne kadar ihtiyacımız olduğunu iyice ortaya koymaktadır. Nasıl ki bir çok devletin ömrü Osmanlı'da son bulmuş ise, buna karşılık bir çok devlet de Osmanlı'nın parçalanan gövdesinden doğmuştur. Bugün Osmanlı'nın bir eyaleti noktasında sıkışıp kalan Türkiye Cumhuriyeti ne kadar redd-i miras ederse etsin, Osmanlı'nın belki en şanslı değil ama en önemli varisi durumundadır. Tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır ki, Osmanlı Devleti'nin dünya tarihindeki yeri Türkiye Cumhuriyeti'nin ki ile kıyaslanamayacak kadar önemli ve derindir. Belki de bundan kaynaklansa gerek, Cumhuriyet istese de imparatorlukla olan genetik bağını koparamamaktadır. Dilesek de, dilemesek de Türkiye ile ilgili olarak yapılacak bütün analizler bizi Osmanlıya taşımaktadır.  Fakat bu yöneliş siyasal bir zaruret olarak değil, aklın ve mantığın gereği olarak gerçekleşmelidir. Mirasımız olan Osmanlı aynı zamanda sorunlarımızın ve gücümüzün de kaynağıdır. Sorunlar toplumların zaman içinde karşı karşıya kaldıkları olaylardan ileri gelir ve birikirler. Bu sorunların çözümünü de yine sorunun sahibi olan toplumlar çözebilir. Sorunlar tarihten kaynaklanan güçle çözülebilir. Kuşkusuz Türkiye temel sorunlarını çözmüş bir ülke değildir. İşte bu noktada sorunların çözümü isteniyorsa Osmanlıyı incelememiz gerekmektedir. Eğer sorunu yeterince ciddiye almayıp başkalarına bırakırsak çözümden uzaklaşmış oluruz. Osmanlı konusunda değerlendirme yapmak ve doğru teşhisler koymak bu nedenle önemlidir. Büyük tarihçi Braudel kimlik sorununu 'geçmişle bugün arasında bir uyum sağlama' olarak görmüştür. Bugün bir kriz içinde bulunuyoruz ve bu krizi bir kimlik, bir kültür sorunu olarak yaşıyoruz. Dünya tarihi içindeki yerimizi ve hangi medeniyete mensup olduğumuzu net olarak ortaya koymuş değiliz. Gözlerimizi geçmişe çevirip tarihimizle hesaplaşmak istediğimizde karşılaştığımız ilk şey geçmişimiz ile günümüz arasındaki rahatsız edici kopukluktur. İşte yukarıda işaret ettiğimiz kimlik sorunumuzu ortaya çıkaran husus da açıklamasını yapmakta güçlük çektiğimiz bu kopukluktur. Bu uyumun yolu her halde geçmişle bugün arasında bir uyum sağlamaktan, geçmişi iyi bilmekten geçmektedir. Tarihiyle temas halinde olmayan, onunla konuşmayan bir toplum tasavvur edilemez. Zira herkes tarihiyle bir diyaloğa girer, bu bazen kavga bile olsa. Fakat şüphesiz bu, bir milletin tarihinin belli bir dönemini yok saymasından çok daha iyidir. Osmanlı Devleti bütün yönleriyle dünyanın ilgi alanına girmiştir. Hem de bu incelemeler siyasal ve ideolojik kaygılardan uzak ve bilimsel gerekçelerle yapılmaya başlanmıştır. Osmanlı başarısının sırrı keşfedilmek istenmektedir. Başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın bir çok yerinde Osmanlı araştırmalarına olan yoğun ilgi iddia ettiğimiz hususun en önemli kanıtı durumundadır. Nasıl ki, Osmanlı bir dünya imparatorluğuysa, Osmanlılık da bir dünya siyasetidir. Yukarıda üzerinde durulan yaygınlık ve süreklilik böyle bir  felsefeyle mümkün olabilmiştir. Bu felsefenin özü Osmanlı'nın kendine has bir Doğu düzeni kurması değil, Batı karşısında güçlü bir Doğu düzeni ortaya koymasıdır. Maalesef bu güçlü düzenin çöküşü bugün modern dünyanın yaşadığı sorunlara kaynaklık etmektedir. Bu sorunlara çözüm bulmamız Osmanlıyla ilgili doğru teşhis yapmamıza bağlıdır. Böyle bir teşhis sadece bizim değil, insanlık tarihinin toplumsal gelişmesine de katkı sağlayacaktır. Öyleyse Osmanlı tüm insanlığın istifade edebileceği bir tecrübe olarak görünmektedir. Farklı toplulukları, kendi çeşitliliklerini bir zenginlik sayıp muhafaza ederek ortak bir amaç etrafında tutması bugün önemli dersler çıkarmamız gereken bir pratik olarak önümüzde durmaktadır. Çıkarılacak bu dersler bütün toplumlar için geçerli ve yararlı olacaktır. Sözlerimize  büyük Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık'ın tespitleriyle son verelim: "Osmanlı çalışmalarıyla Bizans'ın son iki yüz yıllık, Balkan tarihinin Osmanlı egemenliğindeki altı yüzyıllık ve Orta-Doğu tarihinin yine Osmanlı egemenliğindeki beş yüzyıllık tarihleri daha derinlemesine anlaşılabilecektir. Osmanlı arşivleri olmadan Arap dünyasının son dört yüzyıllık tarihi, hatta yirminci yüzyıl tarihi dahi yazılamaz. Osmanlı arşivleri olmadan mesela Suudiler'in Arabistan'da yükselmesini anlayamazsınız. Tuna'dan Hint Okyanusu'na kadar uzanan coğrafyanın tarihi ancak Osmanlı çalışmalarıyla anlaşılabilir". Dergimizin dördüncü ve beşinci sayılarında, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun yedi yüzüncü yılı münasebetiyle 1999 yılı içinde çıkaracağımız iki sayımızı Osmanlı'ya ayıracağımızı, bir anlamda Osmanlı özel sayısı çıkaracağımızı duyurmuştuk. İşte elinizdeki bu altıncı sayımız ve inşaallah yıl sonundan önce elinizde olacak yedinci sayımızda Osmanlı'yı ele alıyoruz ve alacağız. Altıncı sayımızda toplam on makale var ve tabiatıyla bütün makaleler Osmanlı ile ilgili. Bu sayıda Osmanlı Devleti'nin ekonomik ve sosyal tarihiyle ilgili çalışmaların yoğunluğu dikkat çekmekte. İlk makalemiz, hem ülkemizde ve hem de uluslararası alanda bilim çevrelerinin yakından tanıdığı ve yaşayan en iyi Osmanlı iktisat tarihçisi olarak nitelendirilen Mehmet Genç'e ait. Genç, 19. Yüzyılda Osmanlı İktisadî Dünya Görüşünün Klasik Prensiplerindeki Değişmeler isimli makalesinde, klasik yaklaşımların dışında, Osmanlı iktisadıyla ilgili olarak ilk defa bir model oluşturuyor. Klasik dönemden modern zamanlara geçişteki değişimi de bu model yardımıyla açıklıyor. İkinci makalenin altında yine bir iktisat tarihçisi hocamızın imzasını görmekteyiz. Sabri Orman, Başlangıcından Osmanlı'ya İktisadî Düşünce Tarihinin İslâmî Kaynakları isimli çalışmasında, üzerinde ciddi çalışmalar yapılmamış bir alana giriyor ve bize klasik kaynakların ışığında bir düşünce ufku açıyor. Bir taraftan İslam İktisadî Düşünce Tarihi'ni genel İktisadî Düşünce Tarihi içine yerleştirirken, diğer taraftan Osmanlı'da varolan iktisadî düşünce literatürünün bir envanterini sunuyor. Gülfettin Çelik Osmanlı Devleti'nin Nüfus ve İskân Politikası başlıklı makalesinde, sosyal tarih açısından  dünyada bir örneği olmayan, son derece özgün Osmanlı iskân politikası  ve özellikle önce Kırım Harbi, arkasından  Doksanüç Harbi neticesinde Kafkaslar ve Balkanlar'dan ülkemize gelen onbinlerce muhacirin hikayesini, arşiv kayıtlarına dayanarak inceliyor. Yine ekonomik ve sosyal tarih açısından oldukça önemli olan ve Osmanlı sistemini açıklamakta en fazla temsil kabiliyetini haiz bir kurum olan vakıf müessesesinin serencamını, hem Osmanlı, hem Cumhuriyet dönemi itibariyle anlatıyor Adnan Ertem. Makalesinin başlığı ise Osmanlı'dan Günümüze Vakıflar. Çalışmanın önemli bir özelliği de sadece teorik tahliller yapılmakla kalınmayıp, pratik tecrübelerin de aktarılıyor olması. Bu kategoride yer alan bir başka makale Yaşar Bülbül'e ait; Klasik Dönem Osmanlı Muhasebe Sistemi. Gerçekten üzerinde neredeyse hiç araştırma yapılmayan bu konuda, arşivde yapılan sabırlı ve titiz bir çalışmanın neticesinde önemli bir ilk ortaya çıkmış bulunuyor. Ejder Okumuş makalesini çok tartışılan zevkli bir konuya ayırmış; İbni Haldun ve Osmanlı'da Çöküş Tartışmaları. Okumuş önce bir çöküş teorisyeni olarak İbni Haldun üzerinde duruyor, sonra Haldun'un yaklaşımlarının Taşköprülü, Katip Çelebi, Naima gibi Osmanlı düşünürleri üzerindeki tesirlerini mukayeseli olarak ortaya koyuyor. Takibeden makale İbni Haldun'dan ne kadar etkilendiği herkesçe malum olan Ahmet Cevdet Paşa'yla ilgili. Ahmet Zeki İzgöer Ahmet Cevdet Paşa ve Bosna Islahatı isimli makalesinde, önce ondokuzuncu yüzyılın en önemli devlet adamlarından biri olan Cevdet Paşa'nın kişiliği ve görüşlerine değiniyor, sonra da Tanzimat'ın ekonomik ve sosyal politikası gereği, Osmanlı coğrafyasının belli başlı merkezlerinden biri olan Bosna'da gerçekleştirilen idarî, iktisadî, sosyal ve kültürel alanlarda yapılan yenilikleri ele alıyor. Dergimizde yeralan bir başka çalışma Osmanlı sanatı ile ilgili ve Bulut Motifinin Menşei ve Osmanlı Tezyinatındaki İlk Örnekleri adını taşımakta. Makaleyi kaleme alan Aziz Doğanay uzakdoğu komşularımızdan aldığımız bulut motifinin hangi eserlerde ve nasıl kullanıldığını örnekler vererek anlatıyor. Belgesel bir çalışma niteliği taşıyan İlhami Yurdakul'un Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Beyefendi ile Şeyhülislam Medenî Mehmet Nuri Efendi'nin Hilâfet Hakkında Muhtıraları isimli makalesi son dönem Osmanlı din-siyaset ilişkileri açısından oldukça önemli bir konuya ışık tutuyor. Yirminci yüzyılın başında girişilen savaşlarda topraklarını kaybetmeye devam eden Osmanlı bir taraftan halifenin dinî nüfuzunu ülke sınırları dışındaki müslüman halk üzerinde yasallaştırırken, öte taraftan ülke sınırları içinde halifenin statüsüne yönelik tartışmalar yapılıyordu. Bu konuda hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet Dönemi'nde etkili iki şeyhülislamın görüşlerine yer veriliyor. Dergimizin onuncu ve son makalesi, yine dergimizin geleneğine uygun düşen bir formatla ele alınmış bulunmaktadır. Muhammed Abay'ın Osmanlı Döneminde Yazılan Tefsir İle İlgili Eserler Bibliyografyası başlıklı bu çalışması, dördüncü ve beşinci sayılarımızda, Harun Anay imzasıyla yeralmış bulunan literatür çalışmalarının bir devamı niteliğindedir. Dört yüz üç eserin listesini verdiği çalışması sadece biyografik değil, aynı zamanda konuya Osmanlı'da tefsir çalışmalarıyla ilgili oldukça özgün ve muhtevalı bir girişle başladığından analitiktir. Yine Osmanlıyla ilgili, yine zengin bir muhtevaya sahip olacak olan yedinci sayımızda buluşmak dileklerimizle...      

Dîvân İlmî Araştırmalar



Yorum yazın

Yorum yapmak için giriş yapın.